Öykü / Tanrının Elleri
Mavi göklerden yansıyan derin deniz. Sana İsmail diyebilir miyim? Buna ihtiyacım var, içimde taşıdığım mahkûmun adıdır İsmail. O gittikten sonra yalnızlık çekiyorum. Tam on yıl boyunca onun uğradığı haksızlıklarla hemhal oldum. Çünkü o benimle gece, gündüz ve her an konuşurdu. Sonunda ben de duvar olup dile geldim ve ona hep senden bahsettim

GÜLÇİN GRANİT / ÖYKÜ
“Mavi göklerden yansıyan derin deniz. Sana İsmail diyebilir miyim? Buna ihtiyacım var, içimde taşıdığım mahkûmun adıdır İsmail. O gittikten sonra yalnızlık çekiyorum. Tam on yıl boyunca onun uğradığı haksızlıklarla hemhal oldum. Çünkü o benimle gece, gündüz ve her an konuşurdu. Sonunda ben de duvar olup dile geldim ve ona hep senden bahsettim. Bazı günler, onun ayağında palangalar, vücudunda kanlar olurdu, kalkamaz inlerdi. Her gün gelip o gence işkence ederlerdi. Onun kalbi de bedeni kadar yaralıydı. Ayakta kalabilmesi için ona hep senden bahsettim, buradan kaçıp kurtulabileceğinden bahsettim. Büyük bir cesaretle ona bağrımı açtım. Onun kurtulması için yıllarca çalıştım, sende buna tanık olansın. Ayrıca işbirliği içindeydik. “Anla beni lütfen, bu yüzden sana İsmail demek istiyorum.”
“Pek tabi, seni mutlu edecekse evet…”
“Vakitsiz çürüyüp yaşlandım, ama onurluyum. O genç için buna değer doğrusu.”
“Bunda benimde payım yok değil hani! Dalgalarımla sana yükseldikçe tuğlaların rutubetlendi, hücrenin içi yeşerdi. Biliyorsun ki, bunu bilinçli yaptık. O mahkûmu kurtarmak için el birliğiyle çalıştık. Ben dalgalandıkça sen parçalandın.”
“Fena mı oldu İsmail? Bu sayede düşünme özgürlüğü elinden alınan bir mahkûmun kurtulmasına yol olduk.”
“ Hem de idama mahkûm edilmişken.”
“Darağacına götürülmeden, iki gün önce beni delip, sana kavuştu, yani özgürlüğüne. İmkânsızı başarmıştı İsmail. Bağrımı delmek için elindeki diş fırçasıyla tam on yıl uğraşmıştı, didinip durdu. Ben de onu tüm kalbimle sakladım ve destekledim.”
“Bağrında taşıdığın insan niçin idama mahkûm edilmişti? Artık o yok, bundan sonra benim konuşmalısın…”
“Suçu düşünmekti dedim ya; yalnızca düşünmek.”
“Anladım da, düşünmek için adam mı asılır?”
“Eğer düşüncelerini hapsedemezsen ve onları özgür bırakırsan…”
“A! Ne garip,”
“Hâlbuki hapsettikleri et ve kemiktir,”
Gök gürledi, şimşekler çaktı, tek kişilik hücrede her yer soğuk ve donuktu. Karanlığın perdelerini aralayan bir ses duruldu derinlerden. Beraberinde fare tıngırtıları… Her biri bir yerlere kaçışıyorlardı. Onlar on yıl boyunca idam mahkûmu tarafından beslenilmişlerdi. Şimdi mahzun ve şaşkınlardı. Kısa zamanda başka hücrelere dağıldılar, ama orada yaşama hakları olmayacaktı. Zehre bulanmış yiyecekler ve kapanlar onları bekliyordu. Artık onları koruyan o mahkûm yoktu. Buradaki firari mahkûmun uğraşıp deldiği imkânsız duvarın tamir işleri vardı. Adanın hapishanesinden şimdiye kadar kaçan olmamıştı. İlk defa o malum mahkûm, denizin ve duvarın yardımlarıyla artık özgürdü. İsmail’in duvarları çürütmesi için dalgalanasına gerek yoktu. Gelgelelim, arada çıkardığı dalgalar, duvardan büyükçe parçalar söküp koparıyordu. Duvar eksildikçe, denizin bilgeliği artıyordu, duvar eridikçe, deniz çoğalıyor, mana bakımındın derinleşiyordu. Duvar, anaç bir ruhtu; koruyan ve gözeten… Deniz yani İsmail ise baba bir ruhtu; ayrıştıran ve güvenle özgürlüğe ulaştıran. Duvar mahkûmun iç sesi gibiydi, derin deniz onu kucaklayan sarıp sarmalayıp, güvenli bir şekilde kıyıya ulaştıran. Belki de deniz ve duvar tanrının elleriydi, kim bilir? Sen ki derinlerinde inci mercan taşıyan, biriktiren, besleyen İsmail, o mahkûmu gözetip taşımakla, en büyük insanlığı yaptın, o yüzden sana İsmail diyorum, şimdi beni anlıyor musun?
Tarih: 01-04-2025