içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Türkiye'de Düşünce Çürümesinin Anatomisi

"Cesaretle düşünmek, düşüncenin kendisini kurtarma biçimidir."

               Michel Foucault

Türkiye, her geçen gün daha da karanlık bir tablo çizmektedir. Bir bilgelik sevdalısı olarak bu yazımda, Türkiye'deki düşünce çürümesinin anatomisini salt felsefi bir çerçevede ve dilimin döndüğünce analiz etmeyi amaçlıyorum.

Düşünce çürümesi, tıpkı sindirilemeyip atılamayan gıdaların bağırsaklarımızda yarattığı olumsuz etkiye benzer bir süreçtir. Zamanında işlenip yenilenmeyen düşünceler, bireylerin insan olma yolculuğunda ciddi bireysel ve sosyal bir soruna dönüşebilir.

Düşünce çürümesi kavramıyla, bir bireyin veya toplumun akıl yürütme, eleştirel düşünme, problem çözme ve anlama yeteneklerinde zamanla ortaya çıkan bir zayıflama veya bozulmayı ifade ediyorum. Bu durum, yalnızca bireysel bilişsel gerilemeyi değil, aynı zamanda bir kültürün veya düşünce sisteminin entelektüel canlılığını yitirmesini, dogmalara sıkı sıkıya bağlanmasını, yeni fikirlere karşı direnç göstermesini ve rasyonel argümanlar yerine duygusal tepkileri ve yanıltıcı fikirleri tercih etmesini de içerebilir.

Düşünce çürümesi toplumsal çürümeye yol açar; toplumun düşüncesinin çürümesi, milleti önce çıkar gruplarının oyuncağı eder. Bu durumda ısrar eden toplumlar, zamanla çağdaş düşünce üreten toplumlar tarafından emperyalist baskılara maruz kalır.

Türkiye'deki düşünce çürümesinin temel nedenleri arasında mevcut siyasi iktidarın görevde kalmak için hukukun üstünlüğünü yok sayması, çağdaş felsefi düşünce üreten bir toplum yerine dogmalara bağlılığı artırması gibi birçok neden sayabiliriz.

Halkın düşünmenin önemini yeterince kavramaması ve dogmalara olan eğilimi, Türk entelektüellerinin yetersizliği ve çıkarcı yaklaşımları da bu nedenler arasında yer alır. Bu bağlamda, Türk entelektüellerine önemli sorumluluklar düşmektedir. Yapılması gereken en öncelikli adım, entelektüellerin kendi düşünce yapılarını sorgulaması, entelektüel alandaki konumlarını netleştirmesi, yeterli bilgi birikimine sahip olması ve halkı aydınlatma cesaretini göstermesidir.

Medyanın da kendini sorgulaması ve çıkarlar yerine toplumun faydasını ön planda tutarak çalışması gerekmektedir. Bu doğrultuda, medya felsefecilerin halkla daha sık bir araya gelmesini sağlamalı ve halkın düşünce yapısında bir dönüşüm sağlanmasına destek olmalıdır.

Halka düşen görev ise eski dogmatik düşüncelere körü körüne bağlanmak yerine, sorgulayıcı ve eleştirel bir yaklaşımla düşünmeyi öğrenmek, demagoglar yerine çağdaş bilimsel düşünce üreten felsefecilere değer vermesi gerekmektedir.

Çağdaş felsefi düşünce üretme yeteneğinden yoksun toplumlar, bilimsel düşünce alanında ilerlemiş, sağlam kültürel temele sahip toplumların etkisi altına girmekle ve hatta köleleşme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirler. Bu nedenle, düşünce çürümesiyle mücadele etmek, Türkiye'nin ve Türk milletinin geleceği açısından hayati bir öneme sahiptir.

Bu yazı 937 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum